Çocukluğum...



Blog sayesinde tanıştığım bir sürü arkadaştan biri de Zerrin. Bir sürü işinin arasından beni hatırlamış, harika bir oyuna davet etmiş, sonra cevap yazmadığımı görünce merak etmiş. Canım, ne çok iyisin sen! Ben iyiyim, ama çok yoğun günler yaşıyorum. Gündüz işe gidiyorum, akşam çocukları alıp yeni taşınacağım evin tadilatına bakmak üzere eve gidiyorum, eve döndükten sonra da eşyalarımı sarıp koliliyorum. Evde herşey birbirine girmiş durumda. Taşınma yetmiyormuş gibi kızımın doğumgünü de araya sıkıştı (hem de iki kere parti yaptık hanıma :) Blogger kapandı-açıldı, arkadaşlar yorum bıraktı hiçbirine dönemedim. Ne haftaymış ama... İki arada-bir derede hemen oyununa katılıyorum, konusunu nasıl da sevdim, gözümün önünden film şeridi gibi aktı çocukluğum, çocukluğumu geçirdiğim ev. Ben de bu oyuna Emel’i davet etmek istiyorum eğer kabul ederse.



Çocukluğum; Bayrampaşa’da küçücük, sobalı bir evde geçti. Annem küçük evin ve sobanın sıkıntısını çok çekti, ama kardeşim ve benim için o ev; en güzel oyun çağlarımızı geçirdiğimiz harikulade oyun bahçesiydi. Çok fazlamız yoktu, ama hiçbir eksiğimiz de yoktu. Oturma odamız, aynı zamanda kardeşim ve benim yatak odamız ve Pazar günleri masayı içeriye taşıyarak televizyon karşısında keyifli bir kahvaltı yaptığımız bir odaydı. (O günlerden kalma bir alışkanlıkla hala Pazar günleri benim için, ailece geçirildiği zaman gerçek değerini bulabilen bir gündür.) Evin ön cephesini kaplayan balkonu; dışarıyı seyrettiğimiz, babamın kurduğu salıncakta sallandığımız ve hatta üç tekerlekli bisikletimizi sürdüğümüz dış dünyaya açılan gözümüzdü. Bilgisayarımız, playstationumuz ve patenimiz yoktu ama hiç sıkılmadık yaşadığımız zamandan. Eğer ne yapacağıma karar verememişsem üst katta oturan amcama çıkardım, kuzenim Selçuk (mekanı cennet olsun) ile oynamaya. Kapı kapanırken aradan bağırışım dün gibi “Ben Selolara…” (-gidiyorum kelimesi o acele ile asla söylenmezdi) Kocaman bir televizyon kutusunda oyuncak yığınımız dururdu, her çocuklu misafir geldiğinde ters-yüz edilip halı üzerine boca ettiğimiz. Annemin kaş-göz işaretlerine aldırmaz, sonradan ne kadar azar işiteceğimizi bildiğimiz halde, 2 saat için omuz silkip evin altını üstüne getirirdik. Oyunlarımız isim-şehirden başlar, saklambaçla devam eder, ev futbolu (!) ve voleyboluna kadar devam ederdi. Annem toplarımızı saklar, ama biz kağıt tomarlarını sıkıştırarak üzerine selobantı defalarca dolayarak yeni top imal ederdik :)



Oyunlarımız evle sınırlı kalmazdı, bizler şimdiki çocuklar gibi ev kuşu değildik, sokaklarda keşfetmediğimiz köşe kalmamıştı. Sabah dışarıya çıkar, öğle üzeri “peynirli köşe ekmek”, salçalı veya toz şekerli ekmeğimizi almak için şöyle bir eve uğrar, akşam da babam gelmeden az önce eve girerdik. O zamanlar sokaklar daha bir güvenli miydi ne, küçük çocukların başına gelen en fazla düşüp dizlerini parçalamasıydı. Kızların bebekleri, erkek çocukların plastik arabaları olur, onları sokağın bir başından diğerine gezdirmek büyük zevk verirdi. Sakızdan çıkan bayraklar serisini biriktirir, fazlasını takas ederdik. Kola kapaklarını çamurla doldurup kurutur “yılan oyunu”, tek bir çivi bulsak bile “çivi oyunu”, 3-5 taş varsa kukalı saklambaç oynardık. Ağaç dallarına çıkarken eteklerimi takarak yırtar, akşam anneme söylene söylene diktirirdim. Babam işe giderken babamın Dodge kamyonetinin kocaman yan aynalarından birinin kenarına ben, diğerinin kenarına kardeşim tutunarak, alt mahalleye kadar giderdik. O 100 metreyi nasıl gururla giderdim Allahım, mezun olduğum hiçbir okuldan öyle bir gururla ayrılmadım hiç :)



Bir Demet Tiyatro’daki gibi bir mahalle düşünün, iki mahallenin kesişimindeki köşede laz bakkalın bile olduğu. Evi bırakın tüm mahallede herkes birbirini tanırdı, sıkıntılarını, dertlerini bilirdi. Her şey gözümüze çok güzel, çok büyülü gelirdi, büyüklerin “zaman çok hızlı geçiyor” sözlerini anlamazdık, çünkü aklımıza düşen her şeyi yapacak zaman bulabiliyorduk. 1 ay kadar önce özellikle mahalleye gidip evimize baktım, şimdiki gözlerimle hiçbir pırıltı göremedim. Eski, çirkin, harabe bir ev gördüm yerinde. Geçen yıllar mı onu bu hale getirmiş, yoksa ben mi o çocuk gözleri yitirmişim karar veremedim.

You can leave a response, or trackback from your own site.

0 Response to "Çocukluğum..."

Yorum Gönder